Kurban olmaya hazır olun!

Kendi mücadelenizin yolunu çizin ve bu yolda Kurban olmaya hazır olun. Ancak bu şekilde muzaffer olursunuz.

Tevhid davası ancak onu kalplerinin derinliklrine kadar özümseyip her durumu ve şartı davaya hizmet için fırsat bilip “Allah yolunun yardımcıları” olmakla yücelecek, mesafeler katedecektir! Fakat davanın gelişip büyümesi için dava sahiplerinin samimiyetlerinin yanında canlar ve mallarların fedası davanın vazgeçilmezidir. Bu noktada dava, davayı omuzlayanlardan herşeyden soyutlanarak kendilerini davaya adamalarını istemektedir! 

Adamak ise; Bir arzunun gerçekleşmesi için, Allah’ın rızasını elde etmek maksadıyla bir ibadetin yapılması, bir fiilin yerine getirilmesi hakkında söz vermek olarak tariff edilektedir.

Yüce İslam dininde ise,“Adamak” daha çok şu bağlamda ele alınmaktadır; bir kimse kendisi üzerine neyi vacib etmişse, yani diğer bir ifadeyle ne söz vermişse onu yerine getirmesidir.

 “Adamak” sözcüğü, İslam’ın manasını vurgulamak için kullanabileceğimiz en canlı ve en gerçekçi açıklamadır. Çünkü İslam temelde mücadele ve cihad’tır. Aynı zamanda o, omuz omuza kenetlenen bir fedakârlığın toplamına verilen isimdir.

İnsanın yerine getireceği en büyük adak, nefsi arzularının ön gördüğü eğilim ve arzulardan sıyrılıp, beşeri düzenlerden vazgeçip hak dini kabullenmesidir. İnsanın gerçekleştireceği ilk adak budur.

 İkinci adak ise; Kişinin dünyada gerçekleştireceği amelleridir. Allah’ın rızası dışındaki yol ve metodların terk edilmesi, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde Kurani ölçülerin gözetilmesi ve Allah’ı önerdiği metodun seçilmesidir. Bu iki aşamayı kat edenlerin geldiği nokta ise, bir takım meşru istek ve arzuların terkidir. Artık bu andan sonra canların fedası, canların Allah’a adanmasına sıra gelmiştir ki işte bu gelinecek en son noktadır. İnsanın Rabbine varışı ancak bu yolla mümkündür. İşte bu yol bir inkılâbın, Allaha adanmış canlar haline gelişin muştusudur.

 “Eğer Allah, bana müşriklerle savaşmayı nasip edersene yapacağımı görecektir!”

Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. (Ahzab 23)

Sahabeler bu ayetin iniş sebebi olarak şu olayı aktarmaktadırlar;

Buhârî, Müslim ve Tirmizî’nin rivayetlerine göre Enes şöyle demiştir: Amcam Enes b. en-Nadr -ki bana onun adı verilmiştir- Bedir’e Rasûlullah (sav) ile birlikte katılmamıştı. Bu ona çok ağır gelmişti, bundan dolayı şöyle de­mişti: Rasûlullah (sav)’ın ilk hazır bulunduğu gazada ben (nasıl oldu da) bu­lunamadım. Allah’a yemin ederim, eğer bundan sonra Allah, Rasûlullah ile birlikte bir savaşta benim de hazır bulunmamı takdir ederse, şüphesiz Allah neler yapacağımı görecektir. (Enes) dedi ki: Başka şey söylemekten de çe­kindi. Rasûlullah (sav) ile birlikte ertesi sene Uhud’da bulundu. Sa’d b. Ma­lik ile karşılaştı. Ona: Ey Ebu Amr nereye? O da: Cennet kokusu ne hoş? Ben bunu Uhud taraflarından alıyorum, dedi ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Vü­cudunda kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok yarası olmak üzere seksen küsur yara tesbit edildi. Halam en-Nadr kızı er-Rubayyi’: Ben kardeşimi ancak par­mak uçlarından tanıyabildim dedi.

Dava, ancak o davaya kendini adayan azimlilerin omuzlarında yükselecektir ki, bu adanmışlıktır! Bu ise Kuran’I kerimde şu şekilde beyan edilmektedir;

“Kimi insan da var ki, benliğini Allah’ın rızasını kazanmaya adar. Hiç kuşkusuz, Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.”(Bakara 207)

İşte bu insan, varlığını tümü ile Allah’a satar, varlığının hiçbir zerresini geriye bırakmaksızın onu bütünü ile Allah’a teslim eder. Bu kendini adamanın, satmanın ardından yüce Allah’ın hoşnutluğundan başka hiçbir gaye gütmez. Bu satışta kendisine ayırdığı hiçbir pay yoktur. Bu satış hiçbir tereddüt ve kaypaklık taşımayan, hiçbir bedel tahsil etmeyi amaçlamayan, Allah’tan başkasına hiçbir pay bırakmak istemeyen tam bir satıştır.

Bu bağlamda seyyid kutub şunları aktarır: Fedakarlıkların hesabını tutan insanlar bu davayı yürütemezler. Bu dava bağlılarından o kadar çok fedakarlıklar ister ki insan ancak yaptıklarını hemen unutursa bu istekleri göğüsleyebilir. Hatta gerçek dava adamı bu yoldaki öz verilerini hiç aklına bile getirmemelidir. O kadar kendini Allah’a adamış olmalıdır ki, bütün emeklerini ve gayretlerini yüce Allah’ın kendine yönelik lutfu ve bağışı olarak algılamalıdır. (Seyyid Kutup) 

“Babacığım sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın “

“Çocuk onun yanında koşma yaşına gelince ona; “Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin? Çocuk; “Babacığım sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın ” dedi.” (Saffat 102)

Durum gerçekten zordur. -Bunda hiç şüphe yoktur- Kendisinden biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor. Ondan oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi oğluna emretmesi de istenmiyor. Ondan bu işi bizzat kendisinin yapması isteniyor. Bizzat neyi yapacak? Oğlunu boğazlayacak. O -bununla birlikte- emri bu şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istemektedir.

İbrahim Rabb’inin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor. Aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu emir, İbrahim e göre diğer emirler gibidir. Rabb’i istiyor… Rabb’inin istediği olsun. Baş ve göz üstüne… Oğlu bunu bilmeli. Emri zorla ve mecbur ederek değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı.

 İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o da elde etsin istiyor. Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmekte. “Çocuk. Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi.” Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor. “Babacığım” bu sözde sevgi ve yakınlık var… “Boğazlanma” durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor. Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. “Sana emredileni yap.” Babasının kalbinin hissettiklerini o daha önceden hissediyor. Rüyanın işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli. Sonra bu söz Allah’a karşı edebtir. Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu güçsüzlüğüne karşı Rabb’inden yardım dilemektir. Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin Allah olduğunu bilmektir. “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi.” Oğul, kahramanlık, cesaret gösterisiné kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır. Kendi şahsında ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir. Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah’ın dilemiş olduğu şeylere, Allah’dan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah’a bağlamaktır. “İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” Allah’a karşı ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!

İkisi de Allah’a teslimiyet gösterip babası, oğlunu alnı üzerine yere yatırınca:

Bir kez daha, insanoğlunun adet edindiği şeylerin arkasından itaatin şerefi, imanın büyüklüğü, hoşnutluğun iç huzuru yükselmekte. Baba gidiyor, oğlunu şakağı üzerine yatırıp hazırlıyor, oğul teslim olmuş, yüz çevirmiş olmamak için kıpırdamıyor. Durumları apaçık ortaya çıkıyor. İkisi birden teslim olmuşlar. İşte “İslam” budur. İslamın aslı budur. Güven, boyun eğme, iç huzur, hoşnutluk, teslimiyet, uygulama… İkisinin birden içlerinde sadece bu duygular var. Ancak büyük imanın doğurduğu bu duygular.

Bu, cesaret ve kahramanlık değil. Atılganlık ve cüret değil. Savaş meydanında mücahit atılganlık yapabilir, ölürler ve öldürülürler. Bir fedai artık dönmeyeceğini bile bile atılganlık yapabilir. Fakat bütün bunlar başka, İbrahim ile İsmail’in burada yaptıkları şey başkadır. Ortada ne akan kan vardır, ne itici kahramanlık ve ne de geri dönme ve acizlik korkusu. Gizli olan acele ile atılganlık vardır. Bu ancak bilinçli, şuurlu, yönelen, arzu eden, ne yaptığını bilen, olup bitene karşı iç huzuru taşıyan bir teslimiyettir. Hayır, hayır! Aksine ortada, sakin bir hoşnutluk, tadı müjdelenmiş bir itaat ve onun hoş lezzeti vardır.

(Fizilal Kur’an-Seyyid Kutup)

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

*